Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.
Tarih

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

Sömürgecilik ya da diğer adıyla kolonizasyon altı yüz yıldır dünya üzerinde şekilden şekle girerek günümüzde de canlı şekilde varlığını sürdürmektedir. Bizim yazımızın öznesi olan yazar ve kitap sömürge siyasetinin bir uzantısı olduğu için bu konuda en azından bir perspektif vermek elzemdir.

Çok uzak olmayan dünya tarihi genel olarak sömürgeciliğin çok önemli yer tuttuğu bir zaman dilimidir. Farklı kılıflar ve nedenlerle sömürgeliği her zaman meşrulaştıran sömürgeciler bu kavrama bir çerçeve çizmezler ve sömürgecilik kavramı içi boş bir çerçeveden tanımlanır. Bunun sebebi de; ihtiyaca göre istenen her şeyin, kavramın, düşüncenin ve en önemlisi fiilin, çerçevenin içine rahatlıkla alınmasını sağlamaktır. Sömürgecilerin Doğu’ya her zaman üst seviyeden bir bakış açısını hissederiz. Bu bakış açısı, altı yüz yıl boyunca Batı dünyasından Doğu dünyasına gezginler, misyonerler, tüccarlar, diplomatlar tarafından düzenlenen seyahatlerde Doğu’yu en ince ayrıntısına kadar zapturapt altına aldıkları kitaplar ve notlarda bariz biçimde ortaya çıkar. Bu aslında sömürgecilik ruhudur. Bu ruhu anlamadan koca bir kıtanın sömürgeleştirildiği Amerika sömürgeciliğini, Afrika’daki İngilizlerin, Fransızların ve diğer Avrupa ülkelerinin sömürgecilik faaliyetlerini, Rusların Kafkasya’daki ve Orta Asya’daki yayılmacılığını ve sömürüsünü tam anlamıyla anlayamayız. Bu seyahatler Doğu dünyasında Batılılar tarafından az bilinen yerlerine yapıldı. Bu seyahatlerde tutulan notların amacı; sömürgeleştirmenin haritasını çıkarmak, gidilen yerdeki halkların zayıf ve güçlü yanlarını anlamak, yer altı ve üstü zenginlikleri tespit etmek, kültür ve inançları, medeniyet seviyeleri, ticaret yolları, halkların, liderlerinin özellikleri gibi sömürge devlete müthiş faydalı bilgiler sağlamaktı.

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Stanislaus Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

James Bell ve Abazalar

James Bell ve Abazalar

Çerkesya’dan Savaş Mektupları

Çerkesya’dan Savaş Mektupları

James Stanislaus Bell Savaş Mektuplarırı

James Stanislaus Bell Savaş Mektuplarırı

James Bell’in kitabına bir Kafkasyalı olarak bu çerçeveyi akıldan -hiçbir şekilde- çıkarmadan yaklaşmak ve kitabı değerlendirmek gerekir. James Bell bir İngiliz ajanıydı.[1][2] 1838-1839 yılları arasında Kafkasya’da kalmış “Journal of a residence in Circassia during the years 1837, 1838 and 1839.”[3] Adlı meşhur kitabını 1840 yılında yazmıştır.

Son yıllarda belli bir kesim tarafından Abazaların Kafkas-Rus savaşlarına dâhil olmadıkları dillendirilir oldu. Abazaların bu savaştaki rolleri yadsınamaz şekilde olduğu için ilk olarak Aşua-Aşkharuvaların savaştığı Apsuaların savaşmadığı tezi ortaya atıldı. Daha da ileri gidilerek Aşua-Aşkharuvaların Abaza değil Adige olduğu söylenmeye başlandı. Daha sonra bu çevreler için Sadz-Ahçıpsı-Aibga-Pshu Abazaları problemi ortaya çıktı haliyle. Sadz-Ahçıpsı-Aibga-Pshu gibi Abaza toplulukları Ubıhlar ve Adigelerle ittifak halinde 1864’e kadar vatan topraklarının savunmalarında bulundukları için onlar için ne diyeceklerini şaşırdılar. Önce onların Apsua olmadığı tezi ortaya atıldı, daha sonra da onların aslında Adige oldukları ve Adigece konuştukları tezi ortaya atıldı. Tüm bu süreçte en çok istismar edilen eserlerden biri de Bell’in “Çerkesya’dan Savaş Mektupları” adlı eseridir. Bu yalanları sıralarken bu kitabı çok zikrettiler.

Bu yazıda Bell’in eserinde Apsua toplulukları Sadz-Ahçıpsı-Aibga-Pshuların rollerini ve konuştukları dili irdeleyeceğiz. Art niyetli çevreler tarafından bizzat istismar edilen bu eserin yukarıdaki iddiaları nasıl yalanladığını ortaya koyacağız.

Bell, kitabında Apsualar için “AZRA” tabirini kullanır. Azra, Adigelerin Apsuaları kendi dillerinde tanımladıkları “Azğe” tabiridir. Bell, neredeyse tüm seyahati boyunca Adigelerin içinde olduğu için yer isimleri de dâhil olmak üzere kavramların Adigecelerini yazmıştır.

Öncelikle Bell, Azraca dediği Apsua dilinin sınırını Soçi’nin hemen güneyinden Hamiş nehrinden başlatır: “Azraca, Hamiş’in güneyinden Mingrelya sınırlarına kadar uzanır.”[4] Somutlaştırmak açısından Bell’in kendi kitabında yayınladığı haritası üzerinden gösterelim:[5]

Çerkesya’dan Savaş Mektupları Adlı Eserinde Abazalar

Bell’in kendi haritasından (1840 yılı) alınan bu görüntüde mavi okla gösterilen “Soçi”dir. Altı kırmızıyla çizilmiş yer ise Hamiş nehridir. Yeşil okla gösterilen yer Adler, mor okla gösterilen yer ise Geç vadisi ve köyüdür. Yani Hamiş nehrinden itibaren Megrelya sınırına kadar Apsualar ve Apsua dili hâkimdir. Bell, Adigecenin konuşulduğu en güney sınırı Soçi’nin kuzeyinde bulunan Vardan’dan hemen önce küçük Bu (Kissa) ırmağına kadar gösterir: “Adige dili, güneyde Natuhaç’ın sınırını oluşturan küçük Bu ırmağına kadar.”[6] Adigeler ile Azralar (Apsualar) arasında Ubıhça konuşulmaktadır.

Adigeler, Gagra’nın güneyinde, Sohumkale civarında Rus işgali altında yaşayan Azraları (Apsuaları), özgür yaşayan ve Ruslarla savaşan Azralardan ayırmak için onlara “Psibe” adını vermişlerdi:” Kıyının güney kısmında yaşayan Azraları, Gagra dağlarının bu taraflarında yaşayan Azralardan ayırmak için ilk gruba ‘’Psibe’’ adı verilmiştir. Bu Sohumkale civarını tanımlamak için kullanılan isimdir.”[7] Bell’in kitabındaki bu tespite göre Apsuaların büyük bir kısmı Ruslara direnç gösterip onlarla savaşırken Sohumkale civarında yaşayanlar (Abaza Kralına tabi olanlar) Ruslara boyun eğmek mecburiyetinde kalmıştır.

“Sohumkale civarı” ibaresi özellikle çok önemlidir. Çünkü bazı kendini bilmezler Abazaların Kafkas-Rus Savaşı’ndaki rollerini görmezden gelmek için sık sık Abhazya Kralı’nın 1810’da Ruslara boyun eğmesiyle tüm Abazaların (Apsuaların), Rus egemenliğini kabul ettiği yalanına sarılırlar. Bell’in orada bulunduğu tarihler 1837-1838-1839 yıllarıdır. Rus işgalinden 29 sene sonrasında Abhazya’nın durumunu Bell şöyle anlatıyor: “Bu insanlar, prenslerinin isteğine boyun eğmeye çağrılmasaydılar savaşa devam etmemeleri için hiçbir neden yoktu. Çünkü kıyılarının biraz daha açık olmasına rağmen onun yakınlarındaki dağlar çok daha sarp ve ana dağ silsilesin bu tarafındaki dağlardan daha çok savunmaya elverişli bulunmaktadır. Üstelik bu bölgenin Türkiye’ye daha yakın olmasından dolayı gerekli malzemelere daha kolay ulaşılabilecektir. Şu anda sadece kıyıda yaşayan Azralardan bahsediyorum. Kıyının gerisindeki büyük dağ silsilesinde yaşayan Azralar, tamamen hür ve özgür bulunuyorlar.”[8] Bu cümlelerden anlaşıldığı gibi Ruslar işgal ettikleri Abhazya’da 29 yıl sonra bile Sohumkale civarında Abhazya Kralı Çaçba Hamid’in nüfuzu altındaki Azralara (Apsualara) boyun eğdirebilmişti. Abhazya’nın dağlık kesimlerinde ve Gagra’dan Soçi’ye kadarki topraklarda yaşayan tüm Apsualar Ruslara karşı savaşıyorlardı. Bu konuda pek çok farklı kaynaktan örnek verilebilir ama yazının başında belirttiğim gibi çarpık zihinlerin çarpık iddialarına en çok istismar ettikleri bu eserle cevap verilecektir. Bu eser üzerinden sarıldıkları yalanlar bu eser üzerinden ortaya çıkarılacaktır.

Çerkeslerin -Bell kitabında Çerkes adının altında üç milleti kasteder Adigeler, Ubıhlar ve Azralar (Apsualar)- Ruslara karşı savaşacakları ve onlarla işbirliği yapmayacakları yönünde çeşitli toplantılarda yaptıkları “MİLLİ YEMİN” adını verdikleri sözleşme ile ilgili şunları yazıyor: ”Gagra’da başlatılan ve şimdi kuzeye doğru yayılan Milli Yemin, güneydeki halkın liderlerinden rehineler alarak onları buradaki insanların ellerine teslim etmeleri, Ruslara karşı bu insanlar arasında bulunan birlik ve kuvvetli beraberlik duygularının ispatlarıdır.” Bu cümle Apsuaların aslında Kafkas-Rus Savaşı’nda kendi vatanlarını savunmak için canla başla savaştıkları ve kardeşleri ile nasıl bir ittifak içinde olduklarının çeşitli tarihi kaynaklardaki sayısız örneklerinden sadece biridir.

Yine kitaptan ve Bell’in satırlarıyla devam edelim. Milli Yemin sadece Adige kabileleri, Ubıhlar ve Gagra’nın kuzeyindeki Apsualar tarafından mı yapıldı? Bu soruyu Bell şöyle yanıtlıyor: “…Fakat Ömer Bey’den aldığım diğer haberlere çok sevindim. Kendisi Sohumkale’nin iç taraflarındaki dağlık bölgede yaşayan halkın yemin ettirilmesi işi ile ilgili olarak oraya gitmek üzere görevlendirilmişti. Ömer hareketin tamamen başarılı olduğunu söyledi. Ülkenin sarp yapısından dolayı tamamen Rusların etkisinden uzak yaşayan halk, Milli Yemin’i büyük bir heyecanla kabul etti ve anında uygulamaya koymaya başladı. Binlercesi şimdiden yemin etmiş bulunuyor. Misyonerlerle geri gönderdikleri habere göre de eğer dağların bu tarafındaki kardeşleri kendilerine iki veya üç bin kişilik bir kuvvetle yardım edecek olurlarsa; kendileri hemen kıyıdaki Ruslarla onların müttefiklerinin üzerine atılacaklar ve Sohumkale’yi yok edeceklerdi. Fakat buradaki halk bu teklifi desteklemedi. Çünkü kendilerine gönderilen fermanda, istemedikleri halde Ruslara hizmet etmeye zorlanan Çerkeslere ve diğer halkalara karşı düşmanca hareketlere girişilmemesi isteniyordu.[9]

Adige ve Ubıhlarla birlikte Ruslarla savaşmaya devam eden Apsua toplulukları (Sadz-Ahçıpsı-Aibga-Pshular), Ruslarla barış yapmış kendi kardeşleri ve ülkedaşlarına karşı da savaşıyorlardı. Nasıl Rus ordusunda diğer Adige kabilelerine karşı Rus tarafında savaşan Kabardey avcı taburları varsa, Rus boyunduruğu altında Sohumkale civarında yaşayan Apsualar da Rus ordusunda özgürlük için savaşan Apsua, Adige ve Ubıhlara karşı savaşıyorlardı. Bu durumu Bell eserinde şöyle anlatıyor: Sohum-Kale’nin gerisinde yaşayan Azralar bu kıyıdaki Ruslar ve onlarla barış yapmış ülkedaşlarıyla savaşa devam ediyor. Çok kısa bir süre önce bu insanlar Ruslarla içlerindeki diğer Azraların büyükbaş hayvanlarını hedef alan büyük ve başarılı bir eylem düzenlediler. Bundan daha büyük bir felaket getiren bir baskın da geçen gece Gagra’nın bu tarafında yaşayan Azralar tarafından düzenlendi. Deniz kıyısındaki büyük bir köy sürprize uğratılmış ve kadın ile çocuklarından oluşan yetmiş kişilik bir grup kaçırılmıştı. Bu olaylar bu yakınlarda yaşayan dağlıların ne kadar büyük zorluklar ve sıkıntılara katlandıklarını göstermektedir. Son derece büyük bir savaş tecrübesine sahip ve ömrünü değişik ülke ve iklimlerde karşılaştığı zorluklarla mücadele ederek geçirmiş olan Yaşlı bir Rus askeri de hiçbir yerde insanların buradaki Azralar kadar bu tür güçlüklere karşı dayanıklı olduklarını görmediğini söyledi.

Geçen ocak ayının sonlarına doğru bin iki yüz kadar gönüllü Şanda Vadisi’nde toplandı. Ana dağ silsilesini, diğer kesimlerden daha alçak olduğu bir yerden geçmek üzere doğuya doğru yöneldi. Dağların buralarda biraz daha alçak olmalarına rağmen yollar o kadar dik uçurumlarla dolu, karışık ve ormanlar, kayalarla ve derin karlarla kaplıydı ki; buradan sadece yaya olarak ve son derece hafif araçlar ve elbiselerle geçmek mümkündü. Toplananların yaklaşık olarak yarısı kendilerini, Kanada ve Norveç’te kullanılan kar ayakkabılarıyla teçhiz etmişlerdi. Bu yüzden, bir sürpriz tehlikesine karşılık bunlar, diğerlerinden bir günlük mesafe uzaklıkta yol almayı başardılar. Sohum’a doğru aşağı bölgelerdeki Azraların köylerinden bir tanesi tam anlamıyla bu birliğin sürpriz saldırısına uğradı. Saldırı o kadar ani olmuştu ki, köyün bütün kadın ve çocuk nüfusunun yakalandığına inanılıyor. Bu insanların dağ yollarında yürümeleri çok zor olduğundan onları götürmenin tek yolu, kendilerini savaşçıların sırtında taşımaktı. Bütün bu süre boyunca sahip oldukları tek konfor geceleri yakılan büyük kamp ateşleriydi. Bu ateşler kamp kurulan yerlerde, sabah oluncaya kadar karların içinde derin kuyular oluşturuyordu. Bu sefer, on beş gün kadar aldı ve bu sırada herkesin tek barınağı, beraberinde getirdiği keçeden yapılmış yamçısıydı. Kürklü paltolar ağır olduğundan çok azdı ya da hiç yoktu.

Bu tür bir savaş metodu elbette ki takdir edilecek bir şey değildir. Fakat ne olursa olsun bu konuda buradaki Azraların aleyhine konuşamam. Çünkü Psibe adı verilen Sohum-Kale Azraları (zorlama ile de olsa) geçen yıl bu kıyıları işgal eden Rusların yardımcı birliklerini oluşturdular. Yukarıda anlatılan sefere de sırf bu yüzden girişildi. Bu yıl ki işgal ordusunda Henüz Gürcü veya Azralara rastlanmadı.”

Bell’in, “Çerkesya’dan Savaş Mektupları” adlı kitabından devam edelim. Abaza soylusu Arıdba sülalesinin yerleşim yeri olan şimdiki adı da Adler olan vadideki insanlardan ve Adler’de kurulan Rus kalesinin durumundan bahsediyor: “Adler Vadisi daha önceleri denize doğru, ağaçtan yapılmış bir duvar tarafından savunuluyordu. Şimdiye kadar Ruslar elbette o duvarı yıkmışlardır. Açıklık alanın ortasında kurulmuş olan kale, şimdiye kadar gördüklerim içinde savunmaya elverişli olanıydı. Çünkü kale topları her taraftan çevreyi düz bir şekilde menzilleri içinde tutuyor ve etrafta kaleye kumanda eden tepeler bulunmuyordu. Kalenin yakından iyi bir görünüşünü elde etmek için bir ağaca tırmanmak zorunda kaldım. Kalenin yapılmasından hemen sonra içine yerleştirilen garnizon, Anapa ile gelincik dışında, kıyıdaki diğer bütün kale garnizonlarından daha kalabalık bulunuyor. Sayıları yaklaşık olarak bin kadardır. Fakat buna rağmen odun kesmek için bile asla dışarı çıkmıyorlar. Azralar, deniz tarafından kalenin top mesafesi yakınlarına kadar gelerek otlaklardan yararlanıyorlar.”[10]  Gagra’dan kuzeyde Apsua olmadığını, Arıdba sülalesinin Adlerin yöneticisi olmadığını iddia edenler, Sadz kabilesinin Adigece konuştuğunu kendilerinden emin bir şekilde söyleyenler iddialarına dayanak olarak işte bu kitabı gösteriyorlar. Güya Azralar (Apsualar) Gagradan ötede yoklar. Kendi yalanlarına şahit tuttukları bu kitap onları işte böyle yalanlıyor.

Bell anlatmaya devam ediyor: “Azraların ülkelerinin bu kısmının en büyük özelliği, kıyı boyunca büyük bir genişliğe sahip ormanların, çok eski antik çağlardan beri sahip oldukları ilk vahşilikleri içinde bırakılmış olmalarıdır. Ormanın içindeki alışılmış patikaların çoğu, kesilen ağaçlarla kapatılmıştı. Bu önlemler, son zamanda ülkelerine yapılan baskınlardan sonra, Rusların veya Sohum Azralarının yeni bir saldırısına karşı alınmıştı.” Bu satırlarda yine Adlerden bahseden Bell, Apsualardan yine Sohum Azraları ve diğerleri şeklinde bahsediyor.

Bell, oradan Apsua yönetici sınıfı Geçba’ların topraklarına geçiyor. Yukarıda belirttiğim gibi Bell, tüm seyahati boyunca Adigelerin içinde ve onların misafiri olduğu için gördüğü ve merak ettiği şeylerin isimlerini onlara sormuş ve dolayısıyla onlardan duyduğu şekliyle Adigece söylenişine göre yazmıştır. Buna bariz bir örnek vermek gerekirse Bell, kitabında Abaza kralı Çaçba Hamid Bey’den “Sohum prensi olan Helaşyiko Hamid”[11] olarak, Adigeler arasındaki söylenişiyle bahsetmiştir. Yine kitabında aynı şekilde Geç sülalesinin Abazaca söylenişi olan Geç(ba) yerine, Geş tabirini kullanmış. Geçbaların toprakları Geş vadisinde yapılan çok kalabalık bir kongreden bahseder: “Buradaki kongre süresince böylesine büyük bir kalabalığa hitap eden ve bazılarının konuşmaları oldukça uzun süren bu şahısların gösterdikleri son derece büyük nezaket, enerji ve gönüllülüğe, sık sık hayran olup çarpıldım. Bu hayranlığım neredeyse kuzeyde duyduğumdan daha fazlaydı.”[12] Kitapta isimleri geçen Apsua kahramanlardan bazıları şunlardır: Arıdba Alibi, Geçba Rüstem, Geçba Arslan, Arıdba Beyislam… Arıdba Alibi’den uzun uzun bahseden Bell, korkusuz savaşçılığına ve mükemmel hitabetine özellikle vurgu yapıyor.

Geş vadisinde kongre için toplanan kalabalıkla ilgili şu ibareye dikkatinizi çekmek isterim: “Fakat burada, Geşli bir asilzade olan Arslan-pe’nin şahsında ayak takımının hatibine de sahibiz. Yaklaşık bir doksan boyunda olan Arslan, özellikle geniş omuzlarıyla bir herkülü andırıyordu. Kendisi, o anda verdiği son derece serbest ve canlı bir hitabete sahipti. Kendisi o vadide toplanmış olan Azralara, bundan sonra uymak zorunda kalacakları yeni kuralları bildirmek için seçildi.” Gördüğünüz gibi, yine Apsualar ve Apsua dili bazılarına göre hiç olmaması gereken yerlerde ve zamanlarda ortaya çıkıyor. Bir Çerkes kongresinde Apsuaların ne işi olabilir ki değil mi?

James Bell ve Abazalar
Bell’in Çerkesya’dan Savaş Mektupları adlı eserinden alınan bu gravürde 1830 Yılında Azra ülkesinin Geş vadisinde yapılan Çerkes kongresi resmedilmiş.

Bell, Geş vadisinden bahsederken biraz daha açıklama ihtiyacı duyuyor ve Azraca ile Adigece ve onların konuşulduğu yerler hakkında bilgiler veriyor: “Kitabın sonunda verdiğim kısa bir sözlükten de anlaşılacağı gibi, Azralar ile Adigelerin dilleri birbirinden oldukça farklı bulunmaktadır. Kongrede bulunan yaşlılardan çoğunun her iki dili de konuşmalarına rağmen, kuzeyden gelenler özel durumlarda bura halkının dilini kullanmayı yeğliyorlar.”[13] Bu cümlelerden anlaşıldığı gibi yönetici sınıfına dâhil olanlar. Hem Adigece hem de Apsua dilini konuşabiliyor. Burada enteresan bir bilgiyle daha karşılaşıyoruz. Kuzeyden gelen Adige liderlerinin de Apsua dilini bildiklerini konuşabildiklerini görüyoruz. Kuzeyden gelenler “bura halkının” dilini kullanıyor diye Bell özellikle belirtmiş. Bu cümlelerden Adigelerle Apsuaların aslında zannedilenden çok sıkı ve çok eski ilişki içinde olduğunu anlıyoruz.  Yönetici kesimleri, birbirlerinin dillerini konuşacak kadar birbirlerini tanıyor ve beraber vakit geçiriyorlardı.

Bell, Geş Vadisi’ndeki kongrenin on beş günden fazla sürmesinden şikâyet ediyor ama Azralar (Apsualar) tarafından çok iyi ağırlandıklarını, gittikleri her yerde ev sahiplerinin onlara boğa veya inek kestiklerinden bahsediyor. Devamında şöyle diyor: “Buradaki Azraların adetlerine göre, biz yemeğe başlar başlamaz gençleri bir düğüne başlıyor. Bunlar evin dışında veya bizim bulunduğumuz yerin uzağında olduklarından tek eğlencemiz, onların uzaktan duyduğumuz neşeli sesleriydi. Bunula birlikte bazen tek veya çift halinde dansçılar gelerek ateşimizin etrafında, hiçbir müzik aleti olmadan sadece seslerinin eşliğinde oynadılar. Bu arada dışarıda tek başına, çift halinde veya büyük gruplar halinde devam eden danslar bazen gün doğumuna kadar sürdü ve sesleri işitilmeye devam etti. Bazı zamanlar, ertesi günü hava hiç hareket edilmediği zaman bile çok sıkıntı verici olduğu halde, gençleri kuşluk vaktinde tekrar dansa başladıklarını gördüm. Paris’teki bale hocaları gelerek bu çevik Azra gençleri arasında çok şeyler öğrenebilirler.”[14]

Meşum çevrelerin iddialarının aksine Adlerin sakinlerinin ve yöneticilerinin Apsualar olduğu konusunu kitaptan delil getirmiştik.  Yine kitaptan bir Apsua kahramanı Arıdba Beyislam Bey hakkında bilgi veren Bell: “Sutşa’dan gelen iki adam bize çok daha önemli haberler getirdiler. Büyük bir Rus donanması (söylenenlere göre otuz gemiden fazla) Vardan ve Kissa açıklarında görünmüş ve orada kıyıya çıkmak için rüzgârın elverişsiz olması üzerine Ardler’e yelken açarak kıyıya önemli miktarda asker dökmüşlerdi. Fakat askerler hala karışık bir düzende iken elli beş tane Çerkes (çoğunluğu asillerden ve çevredeki mülk sahiplerinden oluşuyordu.), yalın kılıç Moskofların (burada Ruslar daima bu isimle anılıyorlar) arasına dalarak öylesine şiddetli bir savaşa girişerek Rusları biçmeye başladılar ki, kıyıdaki gemiler dost düşman ayırmadan herkesi hedef aldılar. Bu şekilde kırk kadar Çerkes öldürüldü. Bunların arasında çok üzülerek öğrendiğime göre, kendisinden daima büyük bir saygı ile bahsedilen lider Ardlerli Beyislam Bey ile onun iki kardeşi de vardı.”[15]

Sonuç olarak bu yazı Abazaların (Apsua-Aşuva-Aşkharuka), Kafkas-Rus Savaşları’ndaki rolünü irdelemek için yazılmadı. Yazının başında dediğimizi gibi James Stanislaus Bell’in “Çerkesya’dan Savaş Mektupları” adlı eserinden yola çıkıp kendi yalanlarına bu eseri payanda yapanların yalanlarını bu eserle ortaya çıkaracağız demiştik.

Charles King’in Karadeniz kitabının 32. Sayfasında belirttiği gibi “Ulusların tarihinin yazımında, değişik seslerin kısılmasına her zaman rastlarız. Bu halkların etrafına çizgiler çekilmesi, insan toplulukları arasındaki ilişkilerin kesilip atılması, karmaşık geçmişe saf kimlik ve değişmez sınır özellikleri yüklenmesi demektir.” Bu cümlelerde belirtilenlerin hepsini sömürgeci uluslar zaten Abazalar ve Adigeler gibi küçük uluslara sistemli şekilde yapıyor ve tarihimizi istedikleri gibi eğip büküyor, değiştiriyorlar. Ama aynı dertten mustarip olan Çerkes kardeşlerimizden buna benzer hücumlar gelince insan ister istemez şaşırıyor ve üzülüyor. 

Kim ne dere desin, beğenseniz de beğenmeseniz de kabul etmek zorunda olduğunuz şu: “Abazaların ve Adigelerin tarihleri, ilişkileri,  çoğu zaman ahenksizdir. Bazen çatışma bazen uyum gösterir. Yüzyılların getirdiği komşuluk ve kaynaşma, yüzyıllarca aynı toprakların savunulması bu iki halka pek çok şey öğretmiştir. Bunlardan en önemlisi: Gerektiğinde yan yana savaşmalısın.

Abaza ve Adigeler tarihleri boyunca; bir zaman bir koro, bazen de muhteşem bir koro oluştururlar ama soloya pek nadiren yer vardır.”

İlginizi Çekebilir: Abhazya’da Yapılan Arkeolojik Araştırmaların Tarihçesi


Kaynaklar ve Atıflar:

[1] https://www.myheritage.com.tr/research/collection-1/myheritage-aile-agaci?itemId=736952921-1-500692&action=showRecord&recordTitle=James+Stanislaus+Bell

[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/James_Bell#cite_note-3

[3] https://archive.org/details/journalofresiden01belluoft/page/n9/mode/2up?view=theater

[4] James Stanislaus Bell, Çerkesya’dan Savaş Mektupları, İstanbul, Kafkas Vakfı Yayınları, 1998, s. 278

[5] https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/c/cb/CIRCASSIA1840.jpg

[6] A.g.e. 278

[7] A.g.e. 279

[8] A.g.e 279

[9] A.g.e. 295

[10] A.g.e. 428

[11] A.g.e. 278

[12] A.g.e. 434

[13] A.g.e. 435

[14] A.g.e. 436

[15] A.g.e. 107

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu