Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.
Öykü/Masal

ABRISKIL

Doğumdan sonra kısa zamanda, korku nedir bilmeyen, ayakları güçlü, gözü pek, yürekli bir yiğit oldu. Kimsenin ardında kalmak ne kelime, benim diyen yiğitlerin bile önüne geçti Abrıskıl. Herkes onu bu adla çağırırdı. O zamanlar Abhazya sık sık baskınlar ve soygunlara maruz kalırdı. Yaban ellerden gelip Abhazya’ya saldıran  haydutlar, insanları öldürüp sürülerini de talan ederlerdi. Ancak Abrıskıl büyüyüp de yiğit bir delikanlı olunca, bu haydutlar artık dağları aşamaz oldular. Ardından denizden de yolları kesiliverdi. Arada bir cesaret bulup saldırmaya kalktıysalar da karşılarında Abrıskıl’ı görünce korkudan titreyip, kılıçlarını bile çekemeden kaçıp gittiler. Sonunda kılıçları kınlarında paslanıp kaldı.

Abrıskıl, kendisini halkına ve yurduna adamıştı. Bu yüzden kısa sürede, büyük-küçük, kadın-erkek, tüm halkın sevgilisi oldu. Düşmanları bile adını duyduklarında korkudan titremelerine rağmen onun adının gölgesine sığınıp huzur içinde yaşamaya çalışır, gece-gündüz bir yolunu bulup o kahramana yakın olabilmek için çabalarlardı.

Abrıskıl’ı  yaya gören hiç olmamıştı, o sürekli uçardı. Çünkü uçan atı “Raş” ve asası “Alabaşa” onun ulaşım araçlarıydı. Atı Raş ile uçarken “Alabaşa”sı daima onun yelesinde dururdu.

Abrıskıl’ın ünü, kısa zamanda Abhazya sınırlarını aşıp uzak diyarlara kadar ulaştı. Artık adı dilden dile destan olup dolaşıyordu. Bu durumdan sevenleri ne kadar seviniyorsa, düşmanları da o derece kahrolup dövünüyordu. Kötü insanlar kadar kötü otlara da düşmandı, rastladığı her yerde köklerini kuruturdu. Eğrelti otu, toprağa zarar verir, ürünü boğar, verimi düşürür, kuruduğunda da yangın çıkarır diye sahile kadar her yeri bu otlardan temizlerdi. Çiftçileri çokça sever, onlara her fırsatta yardım ederdi. Eğer onlara zarar veren birini görürse yakaladığı gibi kafasını dımdızlak tıraş edip bırakırdı.

Bütün bunlardan dolayı Abrıskıl, Ançüa (Tanrı) ile boy ölçüşmeye kalktı. Onu kendisinden üstün bir güç olarak değil de sanki akranıymış gibi görmeye ve davranmaya başladı. Hatta bazen “senden de güçlüyüm” diye ona meydan okumaya bile kalkıştı.

Şimşek çaktığı zaman ortaya çıkıp, “Ne var? Niye korkuyorsunuz ki? Bunu ben de yapabilirim!” diyerek uçan atı Raş’a binip, kılıcını çekerek sağa sola savurdukça, çıkan kıvılcımları görenler sahiden şimşek çakıyor sanırlardı. Gök gürlerken de aynı şeyi yapıyordu. Sığır derilerini yüzüp iyice kuruttuktan sonra, içlerini taşla doldurup, atının arkasına bağlayıp uçan atını koşturmaya başlayınca sürüklediği taşların gürültüsü ile yeri göğü inletirdi. Bu korkunç gürültüyü duyanlarsa gerçekten gök gürlüyor zannederlerdi.

Atıyla giderken rastladığı sarmaşıklara çok öfkelenir, “şimdi, bu dallar yüzüme değmesin diye eğilsem Ançüa kendisine boyun eğiyorum sanacak, ayrıca bu sarmaşıklar gelip geçen atlılara da engel olur, boyunlarına dolanıp onları boğabilir” diye gördüğü tüm gereksiz sarmaşıkları kesip atardı.

İnsanlar arasında, kızıl saçlı ve mavi gözlülere. “Bunlar kem gözlü insanlar” diye asla tahammül edemezdi. Hele Yaşba ve Kaçüba sülalelerini uğursuz sayar, onlardan birine rastladığında ise göz açtırmazdı. Abrıskıl bir ara amansız bir devi de yenmişti. Bir gün boş boş oturan dev’e sordu:

-“Senin gücün neye yeter, kahramanlığın nedir?”

– “Gücümün neye yeteceğini mi merak ediyorsun? Bak! Şu gördüğün deniz var ya, oraya paat diye bir atlarsam görürsün gücümü! Daha İlk adımımda denizi taşırır tüm ülkeni suyla kaplatırım. Öyle bir felaket olur ki geride olanları anlatacak bir kişi bile kalmaz. İnanmıyorsan gör, bak!”  diye denize atlamak üzere doğrulduğu anda Abrıskıl yayını iyice gerip, okunu devin tam can damarına saplar. Koca dev yeri göğü sarsan bir gürültü İle yere yığılır. Devin boyu öylesine uzundur ki, başından bakıldığında ayaklarını görmek bile mümkün değildir.

Hatta Abrıskıl yoldan geçenlere:

– “Gidip bakın bakalım! Okun saplandığı yeri görebilecek misiniz? der. Gidenler ise ayak ucundan dizlerine ulaşıncaya kadar sadece yüz yirmi vargıya yol aldıklarını fark edince, hayretler içerisinde;

– “Vay canına! Bu devin ayakları bu kadar uzunsa kendisi ne kadardır acaba?” diye sormadan edemezler.

Abrıskıl’ın bileği de çok güçlüydü. Koskocaman taşları taşıyıp, yuvarlamaktan çok hoşlanırdı. Onun kaldırıp yuvarladığı taşlar yüz puttan bile daha ağırdı. Yine bir gün vadiye düşen koca bir taşı kaldırmak için birkaç güçlü kuvvetli adamla iddiaya girmek istedi.

-“Bu taşı düşürmeden tepeye kadar çıkaracak bir yiğit yok mu içinizde?” diye sordu. Ancak kimse cesaret edemeyince, kendisi taşı kaptığı gibi tepeye yöneldi. Ama dikkatsizlikten taş elinden kayıp aşağı yuvarlanmaya başlayınca Abraskıl’ın tepesi öylesine attı ki sormayın, öfkeyle kılıcını çekip taşı ikiye böldü. Bu taş şimdilerde hala Çlow köyünün Androw mahallesindeki bir tepededir ve bu tepe günümüzde de “kesik taş tepesi” diye anılır.

KAYNAK: Sarıya Amçba.

Abhazca’dan Çeviri:  Oktay Chkotua

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu